03 Mart 2018 - 12:30
UYANDIKÇA AĞLAMAYA BAŞLARIM
————————————————-
Edebiyatımızın kökleri çok ötelere; yüz yıllar ötesine dayansa da, onları düştükleri tuzaktan, loş köşelerinden ve göçlerin puslu perdelerinden kurtaracak sanatçıları bekler. Ve bu yüzdendir milletlerin diğer milletler karşısında gördüğü itibar.
Sadece milli gelirlerinin değil, milli duyarlılıklarının, edebi, felsefi, sosyolojik ve kültürel değerleri itinayla sahiplenmelerindendir…
Bir Karacaoğlan var ki, bugünün gençleri bilmeyi bir kenara bırakalım; söylesek, acayip karşılayabilirler. Belki de bir süre sonra; KO, kısaltmasıyla aktarmaya bile geçerler. Oysa Karacaoğlan; bizim geçmişimiz değil sadece…
Bugünümüz ve yarınımız; bizi biz yapan duygularımızın, kavgalarımızın da karşılığı olan şiirin sözcüsü bir şey der;
Gündüz hayallerim, gece düşlerim
Uyandıkça ağlamaya başlarım
Sevdiğim, üstünden uçan kuşların
Tutup kanadını kırmaya geldim
Sevginin uçsuz bucaksızlığına ve zarafetten sıyrılıp, ne büyük güce dönüştüğüne de tanıklık etmek söz konusu. Belki de, insan mayasında olan kıskanmanın, sadece edebiyatta kalsaydı iyi olurdu, deme hakkını bulacağımız bir irdeleme de yapmak mümkün…
YANLIŞSA BİLDİĞİM
————————————
Abdülhak Hamid’in bir sözü; “ Yanlışsa bildiğim, bana hiç bilmemek yeter.” Neresinden bakarsanız bakın; bize bizi anlatıyor. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayı… Bu yüzden de, seçtiğimiz milletvekilleri, muhtarlardan haberimiz bile olmadığı…
Niçin? Çünkü bizim için birileri onları beğenip onaylıyor. Zahmetsiz iş; oyunu kullan ve kaderini değiştirecek düzeni bekle. Böyle bir şey var mı dünyada? Şansa oluşacak gelişmeler, ilerlemeler ne kadar istikralı olabilir?
Abdülhak Hamit’in düşüncesini söze aktarması, sözün edebi varlığa, insana tutunması kadar güzel bir şey yok. Üzerimize bulaşmış yüzlerce, binlerce yanlış algı, duygu, fikir, fikirsizlik ancak böyle; ovarak temize, gün yüzüne çıkacak.
Nasıl ki, çocukluğumuzda annelerimiz sağlam kirlerimizi çıkartmak için kiremit parçasıyla ovuyorlardı; keskin siyahlığın bulaşıklarını, kap kaçaklardan çıkartmak için kumla ovdukları gibi bir çözümdür, edebiyatın içerisine serpilmiş ovma kültürlerine sığınmak.
Denemek isterseniz kendinizi veya bıçkın bir öğüt vericiyi; birkaç soru sorarak onu veya kendinizi şaşırta bilirsiniz.
Ne zaman? Ne kadar? Yazılı bir kanıt? Sen gördün mü? Okudun mu? Gittin mi? Bu alanda ilmi çalışmalara sahip misin? Gibi sıradan sorular bile kendimizi veya karşımızda ahkâm kesen efendiyi şaşırtmaya, kaçırtmaya yetecektir.
Bu yüzdendir kızgınlıklarımız, çok çabuk parlamalarımız. Kuralsızlığın, ahenksziliğin, bilgisizliğin olduğu yerlerde her daim; yüksek sesler, kırılganlıklar ve her an fırtınalar koparken, sütliman efendilikler; soylu kölelikler de hep vardır.
“ Sen bilirsin ağabey, tabi efendim.” Hitaplarını yapan birisinin bir başka birisine çok rahat esip gürlemesini birkaç saat içerisinde görebilirsiniz. Birine karşı dayılık yapan, diğerine çok rahat uşaklık yapması mümkün!
Neden? Çaresizliğinde çare bulacak; onu koruyacak, kollayacak dayı ve amca her eve; yani; matematiğin, istatistiğin, demokrasinin, hürriyetin olmadığı her yere lazımdır da ondan…