MANTIKTAN UZAK SOHBETLER
———————————————
Tekirdağ Keşan minibüsü ve yine yollarda olmanın öğretici dinleme anları… Şoförün yanına binen bizim bölgemizin insanı; Malkara diyarından. Deneyimli bir çiftçi duruşu içinde; çiftçinin sorunlarından, kayıplarından, dertlerinden söz ediyor.
Şoför, çiftçinin derdini dinler gibi yapsa da, sorduğu çapraz sorularla, durumun emniyetini, çiftçinin kazancını da merak ettiğini işaret ediyor.
Şoförün hemen arka koltuğunda iki kişi oturuyor. Birisi; avcı kıyafetleri giyinmiş olan, bizim buraların insanı. Esmer, hafif sakallı olan ise Mardinli! Bizim diyara yerleşeli çok olduğu belli. Piyasalardan, çiftçinin malından, mülkünden, ederinden haberi var.
Avcı, heyecanını dışa vuracak kadar avcı! Tavşan avlamaya gidiyormuş. Çiftçi, bu hayvan vurma işine katılmadığını, hayvan vurmaktan ne anladıklarını sordu!
Avcı, bu işin çaresi olmayan bir hastalık olduğunu, her şeyin tedavisi olup da bu işin tedavisinin olmadığını anlatmaya çalışıyor. Yaptığı işe saygınlık katmak için de; gece avlanmadığını, gece hayvan öldürmediğini, baskın bir ağırlık içinde öne sürüyor. Mardinli, ağır, oturaklı; Mardin taş evlerinin kültürü gibi önce dinliyor, sonra cevap arıyor sorularına.
Muşlu olan şoför de çoktan buralara kök salmış. Çiftçiyle vakit geçirmek adına sorular sorar gibi, dinler gibi yapıyor. Çiftçi hızını alamayan sohbetlerin lideri olmaya soyunmuş. Araç, kapanan şarap fabrikasının yanından geçerken; şimdi çoktan kapanmış olan fabrikayı işaret eden çiftçi; “ Anason kapandı” diyerek, zaferini anlatmaya çalışıyor.
İçki üretiminin, içilmesinin zehir işi olduğunu, insanları zehirlediklerini anlatmaya çalışıyor çiftçi. Oysa Muşlu şoför şöyle bir soru sorsaydı; “ Çiftçi dayı; daha fazla ürün almak, böceklerden, hastalıklardan korunmak için sizler de zehir atıyorsunuz tarlalara, ürünlere?”
Muhtemelen o iş başka iş! Diyecekti çiftçi. Oysa kullandığımız telefondan bilgisayara, araçlara, uçaklara kadar her türlü buluşu, icadı; içkinin özgür düşüncenin olduğu ülkelerde ortaya çıkmış olduğunu anlatmaya çalışsam; anlamsız bir suskunluk olurdu aracın içinde.
Çiftçi hızını daha da alamadı. Para kazanmadıklarını, bu işle küçük çapta uğraşanların toptan zarar ettiklerini söyledi. Yine, ona bir soru sorulsaydı; Naip Köyü ve Nusratlı Köylerinde birkaç dönüm sera işiyle uğraşanların pekâlâ geçindiğini hatırlatsaydık; yine suskun, susmuş bir çiftçi görürdük.
Çiftçi, paranın kıymetinin kalmadığını, sanki en önlü ekonomi üniversitesinde okumuşçasına raporlarken verdiği Karslı Erol örneği, bu işte ki etkisizliğini, mantıktan uzaktan konuştuğunu iyice açığa çıkardı.
Ona göre; tanıdığı olan Karslı Erol, evini 300 Bin TL’ye satmış. Bu satıştan sadece bir televizyon almış. Para bitmiş…
Mardinli yolcu da, Muşlu şoför de şaşkın bir şekilde; 300 Bin TL’nin çok iyi para olduğunun hesabını yapmaya bile başladılar. Mardinli yolcu, bu paranın bir miktarınla bile Beylikdüzü’nden bir daire alabileceğini söyledi.
Bu söyleme, Muşlu şoför sahip çıktı; “Gerçekten mi? Tam nereye kalıyor bu dairenin yeri? Bir kartın var mı senin?” gibi sorularla, kelepir sayılan dairenin peşine düştü. Oysa biraz önce emlak işine yatırılan paranın, yanlış olduğunu savunuyordu.
Çiftçinin tutarsız rakamları karşısında ona sorulan sorular, tutarsızlığını açığa çıkardığı için; susmayı, dut yemiş bülbülün şarkısını söylemeyi tercih etti.
Emlak işinin, bağlanan paranın ölü olduğunu savunan Mardinli ile Muşlunun sohbeti, emlak işine iyice ısındıklarını anlatan konuşmalar ve sıcaklığın dumanı tütmeye başladığı zamanda, Keşan’a gelmiştik bile…