DOLAR 32,2114 % -0.02
EURO 34,7866 % -0.27
GRAM ALTIN 2.418,71 % -1,05
ÇEYREK A. 3.954,59 % -1,05
BITCOIN 62.743,63 1.797
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava 13°

TEKİRDAĞ’IN YAMAN HALLERİ–231

Son Güncelleme :

23 Ekim 2017 - 16:15

TEKİRDAĞ, ÇİNGENELERE OLAN BORCUNU ÖDEMELİ

——————————————————————

Bu insanlar Çingene olmaktan dolayı niçin vazgeçtiler? Kendi aralarında bile dışladıklarına ; “Çingene bunlar!” derken, kendilerinin Roman olduklarını anlatarak, ruhsal, toplumsal ve sosyolojik olarak bir çözüm arayışları; beyhude bir yol ve yolculuk değil midir?

Niçin onların arasından yeterince; hatta yok denecek kadar insan; hemşire, doktor, polis, mühendis, öğretmen olarak görünmüyor? Sadece müziğin, zanaatin esintilerine sığınmış, birbirlerine sokulmuş bu büyülü, eğlenceli ama aynı zamanda birçoğunun yaşam koşulları dibe vurmuş; bir parça ekmek için bütün gün inşaatlarda balyoz sallayarak, yirmi-otuz kilo demir çıkarma gayreti gösteren bu insanları anlama ve anlayış büyüklüğüne ulaşamadık henüz…

Zaman, zaman Avrupa Birliğinden gelen uyarılar, dürtme ve parasal kaynaklar sayesinde ortaya çıkan, çıkma çağrısı yapılan derneklerin bol siyaset çorbasına bulaşmalarından başka kalıcı ve onların kültürünü anlayarak, yol almalarına neden olacak gerçekle yüzleşme kazanımları niçin yapılmaz?

Onların çingeneliklerinden kaçışlarını kaç kez yatırdık masaya? Koca bir üniversite büyüyor şehrin etrafında. Şehrin çingenelerinden bile haberi olmadığı gibi; şehri çevreleyen orman, dağlar, kirli derelerden de yeterince haberdar gözükmüyor…

Ya buranın öncüleri? Her daim elleri temiz olan, temiz giyimli ve gölgelerde gezinmeye alışık aristokratları? Hiçbir zaman şehri, şehrimizi daha bir öne çıkartacak samimi çalışmalar içinde, kültürel, mimari, tarihi değerlerimizi; bizi, bölgemizi anlatan folklorumuzu bir türlü saygın bir zirveye taşıma cesareti ve kabiliyeti göstermediler; niçin?

Bir borcumuz var Tekirdağ’ın çingenelerine! Utanmalarını önlemek, Romanlığa sığınmalarının çözüm olmayacağını anlatmak zorundayız. Tüm dünyanın, masalları, sinema, tiyatro ve operaları; çingene kızını, yaşlı kadını anlatırken, onların dansları, işveleri, zanaatları ve sanatları karşısında imrenerek bakarken; bizler niçin suskun kalıyoruz; bu sosyolojik sarsılma karşısında?

Notre Dame de Paris Müzikalinde Esmeralda,Bizet’in Carmen Operası,Carmen’i,Emir Kusturacı’nin Çingeneler Zamanı filmi;onların hikayelerini,edebiyata,müziğe,toplumbilimine yaptıkları katkılar;iyi incelenip,anlaşılır hale getirilse;çingeneler kaçar mıydı çingeneliklerinden?

Bütün eğlencelerimizde eksik olmayan çingene şarkıları, müzisyenleri bizi bu denli eğlendirirken, onların yaşamlarına, zorluklarına bu kadar uzak durmak; anlaşılır bir şey değil…

KIRMIZI GİYİMLİ KIZ

——————————–

Dizlerinin üzerinde ki kırmızı eteği; eteğinin hemen üzerinde ki incecik ipek benzeri beyaz gömleği ve yüksek topuklarıyla göz kamaştırıyor; Arkeoloji Müzesi yakınlarında ki kız.

Dizlerinin üzerinde ki kırmızı eteği, psikolojik çağrışımların anlam ve tetiklemesini yapsa da, onun derdi bir başka şey; dizinin hemen altında bir dövmeyi de paylaşmak insanca…

İpek benzeri beyaz gömleği, hemen altında ki iç çamaşırlarını dahi belli eden görsellik ve zarif bir şeffaflılıkta… Kim bilir kaç insan, kısa eteğin, şeffaf giyinişinin kurbanı oldu. Nasıl da hafif kadın örnekleri verildi onlara; örtünmeleri ve daha da sağlam kapanları adına…

Kapalı olanların da ilk önce araç kullanmalarına, topuklu veya renkli giyimlerine karşı koyan da bu büyük güçlü, sinsi topluluğun kendisi değil midir? Ağır ağabeyliği, ablalığı kimselere bırakmayan; her daim ahlakın; giyim, kuşamın ölçülerini duyuran bir ilahi veya şeytani güç gibi…

Kırmızı ve beyaz giyimli kız; aynı zamanda Türk Bayrağının renklerini de simgeliyordu; belki farkına varmış, belki de haberi bile olmayan bir ruh âlemiyle. Duruşu, makyajı tamdı; dizinin altında ki dövmesi ise tamamlıyordu onun sıra dışı olmak isteyişini.

Bir erkek bakışıyla değil, bir yazarın gözlemiyle, onu rahatsız edecek korkuların tedirginlikte; kendi eril sorgumu yapma isteğine dokundum. Özür dilemeliyiz bütün hoyrat bakışların tarafında olma hakkını elimizde sanıyor oluşumuzdan dolayı…

Algıya göre; açık giyinmişlerden de, kapalı olanlardan da… Bu meselenin çözüm yolu, duyarsız ve yargılara teslim olmuş bakışlar, lanetlemeler mi, yoksa toplumun dayanıklılığına, özgürlüğüne, barışçıllığına bir şeyler katıyor mu; katmıyor mu? Düşüncesine kah hazır,kah değil; olmanın ezikliğiyle…

Biraz sabır edildiğinde, toplumların arz ve talebi belirler insan davranışlarını ve giyim akımlarını. Ölçülerin azalan veya artan renklerini kısalık, uzunluklarını, modasal, içgüdüsel ve estetiğin değişime olan tutkuları da söz sahibi olmak ister; uzayı bile merak eden insan ruhunda.

Beyin gücü, yaratıcılığı ve zarar fayda üzerine; bir tek söz sahibi olacak kurum, kuruluş; adalet olması gerekirken; en açık, en kapalı insanın beden ve ruh dünyasını koruyacak, kollayacak demir ve şefkatli pençeler; adaletin içinde çıkmalı. Bilmeli ki, bütün saldırgan ruhlar; karşılarında insanı koruyacak bir güç var; kanun; kanunlar…

Kırmızı giyimli kızın üzerinde ki baskı, taraflı bakışlar daha bir var olma sebebiyken; doğala yakın insan ilişkileri, kabul görüşler, her türlü aşırlığı, makul olana; düşüncenin, edebi, felsefi ve toplumsam dünyanın birlikteliği içine çekmeye yetecektir.

İnsan ve insanlarla buluşmanın yegâne ölçüsü; puslu, taraflı, sıtmalı gözlükleri çıkarmak; herkesin ölümlü ve herkesin kendi ipini çekecek kaderle donatılmış olduğunu bilmek; en güzeli, en huzur vericisi değil midir?

Tıpkı, Carmen’in seslenişi gibi operanın içinden; “ Kaderdir usta olan…”