BENİM ADIM ŞEREF ÇETİN
Makedonya gezim sürerken, CHP de, Süleymanpaşa İlçe Kongresini yaptı. Kongrenin sonucu, İlker Yağcıoğlu’nun başarılı sonucu, önceden hissediliyordu. Yağcıoğlu bu işe ısınmaya, delegelere, seçmene güven vermeye başladı.
Bilinmeyen ise; Şeref Çetin’in söz alma sırasının geçmesine rağmen, ortaya çıkıp, kızgın, gergin bir şekilde rest çekmesi;”Benim adım Şeref Çetin, kimse beni zan altında bırakamaz!”
Kimse kimseyi zan altında bırakmamalı! Ne hukuk, ne de ahlak buna müsaade etmemeli. Aynı zamanda, merak ettiğim şey ise; özellikle bir takım suçu, eksiği, yanlışı olanların bu tür çıkışlarında avazları çıktığı kadar bağırmaları!
Niçin?
Büyükşehir Belediye Başkanı Danışmanlığı yapan, üstelik de tecrübeli olduğunu savunan Şeref Çetinin, bu kadar telaşı, kızgınlığı, ses tonunun yüksekliği; niçin? Ağırbaşlı daha hafif ses tonlu olunca; suçu kabul etmek, boyun eğmek mi oluyor?
Şeref Çetin, kendi savunmasını; hatta meydan okumasını yaparken; ulusal medya da bir başka olayı gördüm. Abdülmecit Efendi Köşkü’nde sergilenen Ömer Koç Koleksiyonu, açık seçik bulunulduğu haberi…
Milyon dolarlık resimler, heykeller; parçalanmak istendi. Güya, kutsal kabul edilen bir mekânda bu tür açık, seçik şeylerin sergilenmesi; kısacası, sanata yansıyan çıplaklık tehlikelidir diye kışkırtılmış, Kapı Açık Gir İçeri, isimli sergi, içeri girilerek yok edilmek istenmiştir.
Her geçen gün daha tahammülsüz bir düzene, yaşama doğru ilerliyoruz. Kurallar, kanunlar hiçe sayılmaya, herkes kendi kanununu yaratmaya başladı. Sağlık Kuruluşlarında darp edilen birçok sağlık görevlisi, görevini yapamaz hale geldi.
Benim kim olduğumu biliyor musun, çıkışları, el kol sallamaları ve yüksek tehditler… Şeref Çetin de modaya uymuşa benziyor. Sanırım onun ruhsal durumu, çim olayları, basına yansıyan haberlerle bir parça sallandı. Tam olarak izah edilemeyen, anlaşılmayan, vicdanımızı rahatlatamayan meseleler olduğu sürece; sesimiz yüksek çıkacak ve en çok bağıran davayı kazanacağını sanacak!
Böyle mi olacak? Sanmıyorum… Aklın zaferi, gelişmiş medeniyetlerin aldığı yolda; aşikâr, şeffaf bir şekilde önümüzde duruyor. Uygar insan, hiçbir eleştiriden korkmaz. Yaptığı işe inanıyorsa, yoluna devam eder.
Bir de şu halk sözleri olmasa; “ İşkilli döt tıngırdar.” Aklıma geldiğinde kullanmayı seviyorum…
VER GAZI
———————
Türkçenin zengin anlamı burada da ortaya çıkıyor. Halkın çoktan sahip çıktığı deyimlerden sadece birisidir.
Birisine, bir kişiye; eşimize, dostumuza biraz abartarak övgü düzsek; ardından gelecek bakışlar veya sesleniş;”ver gazı” olacak. Böyle tuhaf algılar başka toplumlarda var mıdır bilinmez? Her toplumun insan yaratıcılığının birbirlerine benzer olduğunu da edebi paylaşımlar; romanlar, hikâyelerden dolayı biliyorum.
Mesela, Yunan kültüründe, özellikle Girit Adası halk yaşamında, lakap meşhurmuş. Diyelim ki oraya yeni gittiniz! Ve bir süre yaşamayı düşündünüz. Vereceğiniz ilk halkı, iyi, hoş kabul gördüyse sorun yok; bey, efendi veya daha samimi bir kabul edilişle onurlandırma şansı yakalarsınız. Ya tam tersi olursa; aynı bizim Trakya köy, kasaba, şehirlerinde olduğu gibi; lakabınız hazır; ya sülük, uyuz, sağır, kör, cimpiri, tavşan, tilki; diye anılmaya başlamışsınızdır bile…
Söz gazdan açılmış bir kere. Şehrimize doğal gazın gelişi neredeyse on yıl oldu. Şehrin havası temizlendiği gibi, evlerimiz de temiz kalmaya başladı. Sobanın, kömürün bol tütsüleri, kırpıntıları yok artık. Bir tek tuşun, temiz rahatlığı yayılıverdi şehrin en ücra mahalle, sokaklarına bile.
Doğal Gaza kavuşmuş olmanın rahatlığı, esintisi, kendine özgü hürriyeti ve kabul görmesi on yıl sürdü. Şimdi, herkes gazın peşinde! Diyelim ki, bir arkadaşınıza, komşunuza, sevdiğiniz birisine bir parça övgü. Gözler sizin üzerinizde; Ver gazı… Verelim vermesine de şehrin gazı tamam…
Ya şehrin, sporu? Futbolu yerde sürünüyor… Valeybolu, basketbolu, atletizmi… Şehir tiyatrolarından, bale opera binalarından söz eden bile yok. Siyasetçilerin vermiş olduğu gazlar; atılan hastane temelleri, bir türlü açılmayan kültür merkezimiz ve gazın bolluğundan mı, yoksa kıtlığından mıdır bilinmez; şehir insanımız, şehirli oluşunun haklarından habersiz, bir kurtarıcı bekliyor.
Vakti hali yerinde olanlar; ya şehirden göç etmeyi, ya da çocuklarını yurtdışına gönderip, gazın olduğu, doğal gaza çoktan geçtiğimiz, ama eğitimde, sağlıkta ve sanatsal, bilimsel çalışmalarda adı bile anılmayan bir yerde tutmak istemiyorlar.
Doğal gaza kavuştuk kavuşmasına da, bizim gerçeklere, insanın haklarına, şehirli olmanın farkında lığına varma, varılacaksa bu alanlarda gazın verilişini, istenişini talep etme ısrarı, heyecanı göstermeye de hakkımız var.
İstenecek bu gaz; uyku, uyutma veya ısınma gazı değil; çocuklarımızı ve kendimizi bu şehirde tutma, yaşadığımız yerde, huzurlu, mutlu, bahtiyar kılmak amaçlı olmak zorunda…