DOLAR 32,5095 % 0.15
EURO 34,9205 % 0.09
GRAM ALTIN 2.437,63 % 0,10
ÇEYREK A. 3.985,52 % 0,10
BITCOIN 62.984,44 -1.026
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava 14°

Geçmişten günümüze “kadın” olmak

Son Güncelleme :

08 Mart 2021 - 10:12

 Tekirdağ NKÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Tekirdağ Tabip Odası Onur Kurulu ve Kadın Hekimler Komisyon Üyesi Adli Tıp Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Naile Esra Saka, 8 Mart Kadınlar Günü’nde “kadın”ı tarihsel süreç, mitoloji ve günümüz perspektifinde değerlendirerek, kadınların en temel sorunlarına ışık tuttu.

Saka, kadına yönelik her türlü şiddetin belirgin derecede arttığı bu dönemde uluslararası mevzuat kapsamında bağlayıcılığı olan İstanbul Sözleşmesi’nin önemine dikkat çekerek “İstanbul Sözleşmesi ile ulusal 6284 sayılı kanunun ve bu iki metnin kayıtsız şartsız hayata geçirmek için anayasamızın 90. maddesinin tam ve etkin şekilde uygulanması gerekliliğinin bir kez daha vurgulanmasını oldukça önemli buluyorum.” Şeklinde konuştu.

“KADIN VE ERKEK İNSAN TOPLUMUNUN İKİ ANA ÖĞESİDİR”

Tekirdağ NKÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Tekirdağ Tabip Odası Onuru Kurulu Üyesi, Kadın Hekimler Komisyon Üyesi ve Adli Tıp Uzmanları Derneği Üyesi Adli Tıp Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Naile Esra Saka, kadın ve erkeğin birbirinden farklı olmalarına rağmen birbirini tamamlayan toplumun iki ana öğesi olduğunu kaydederek, “Kadın ve erkek cinsiyet her ne kadar yapısal, biyolojik, duygusal ve düşünsel anlamda birbirinden farklı kimlikler olsa da, aslında tamamen birbirine denk, hatta kaçınılmaz olarak birbirini tamamlayan, insan toplumunun iki ana öğesidir. Kadın ve erkeğin ‘eşit olma’ kavram ve düşüncesi, insanlık tarihi boyunca hep tartışılmış daha da ötesi kadın aleyhine bozularak erkek egemen bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. İlk çağlarda, kendine benzer bir canlıyı doğuran kadının ‘Tanrı’sal’ bir yeteneğe sahip olduğu düşüncesi kabul görse de ilerleyen zamanlarda, farklı toplumlarda kadının insan olup olmadığı bile tartışılmış, kadının cinsel kimliği kapatılmaya çalışılmıştır.” Değerlendirmesinde bulundu.

“KADINLAR BEKLENTİSİNİ EN AZDA TUTABİLMEYE ALIŞTIRILIYOR VE BUNA DA İNANDIRILIYOR”

Kadının iş hayatına bakıldığında da birçok engelle karşılaştığına işaret eden Saka, “Kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılan 8 Mart’ın, 25 Kasım ‘Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nden bir farkı olduğu düşünülmektedir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü temelinde; etkili bir eylem olan şiddet öğesinin varlığı yok gibi, ‘çalışan kadın teması’ ön planda duruyor gibi gözüküyor olsa da aslında ortak payda yine şiddetin varlığı şeklinde karşımıza çıkmaktadır.  Çünkü çalışan-üreten-emekçi kadın çalışma hayatında girişimci olmak istediğinde, iş dünyasında söz sahibi olduğu koltuğunda özlük haklarına sahip çıkmaya kalktığında, işte şiddetin yine farklı bir boyutu ile karşılaşmaya başlıyor. Ötekileşme… Bununla birlikte üretimi az olan varlık rolüne getirerek beklentisini en azda tutabilmeye alıştırılıyor ve buna da inandırılıyor.” Diye konuştu.

“İŞ HAYATINDA KADININ BEKLEDİĞİ HAKLAR…”

Kadınların iş hayatında sahip olmasını gereken bir takım maddeleri de sıralaya Saka, şöyle konuştu: “Oysa hem insan hakları bağlamında hem de vicdani olarak, iş hayatında kadınların beklediği ve annesinin ak sütü kadar olan helal olarak bilinmesi gerekenler neler;

  • Erkeklerden daha düşük ücret takdirini kabul etmemesi gerektiği,
  • İşyerinde mobbinge maruz kalmaması gerektiği,
  • Evlilik nedeniyle istifa eden kadına tanınan kıdem tazminatı hakkının hamilelik nedeniyle işten ayrılan anne adaylarına da tanınması gerektiği,
  • Hamileliğin bir hastalık süreci olmadığının kabul edilmemesi,
  • Medeni durumuna bakılmaksızın terfi ve atamalarda liyakata önem verilemesini beklemesi…”

Saka, Tarihsel Süreç, Dünya Kadınlar Günü, Mitoloji, günümüzde ve ardından sözün özü ile geçmişten günümüze “kadın”ı anlattı. O başlıklar ise şöyle oluştu:

Tarihsel Süreçte:

Benzer sorunlar, farklı yüzyıllarda farklı toplumsal görevleri üstlenmiş kadınlarda, farklı ama benzer boyutta güven bağlamında sarsıntıları ile karşımıza çıkmaktadır.

Ataerkil düşüncelerin yarattığı cinsiyet ayrımcılığı, şiddet ve eşitsizlik gibi toplumsal cinsiyet kodlarının yarattığı sorunlara karşı başkaldırılar, ilk başkaldırı eseri olan Christine de Pizan (1405), The Book of The City of Ladies ismi ile Ortaçağda kendini göstermiş ancak etkin bir direniş 17-18. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.

Dünya Kadınlar Günü:

Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 8 Mart’ta kutlanan kadın hakları hareketinde bir odak noktası olan uluslararası özel bir gündür. Neden 8 Mart olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte;

Rusya’da çarlığın yıkılmasına yol açan 1917 Şubat Devrimi’nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleri ile başlamış olması söylendiği kadar, 8 Mart 1908’de ABD‘nin New York kentinde çoğu sosyaIist olan kadın işçilerin öncülüğünde sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriyle düzenlenen mitingin neden olduğu da söylenmektedir. Bir başka rivayet ise 8 Mart 1857’de yine ABD’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin kurulan barikatlar nedeniyle kaçamamaları sonucunda 120 kadın işçinin ölmesi en bilinenidir.

Başka bir rivayet ise, bununla çok paralellik arz eden, ancak gerek Dünya Kadınlar Gününün ilk kararlaştırıldığı 1910’dan gerekse ilk uluslararası kutlamaların düzenlendiği 19 Mart 1911’den sonra hiç bahsi geçmeyip çok sonraları ileri sürülen, 25 Mart 1911’de New York’ta gerçekleşmiş Triangle Gömlek Fabrikası yangını olması şeklinde kaynaklar olmasıdır.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, iki komünist kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova’nın girişimi ile gerçekleştirildi. Bu tarihten sonra yıllar boyunca 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmedi. 1975 yılında “Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı” ilan edildi. Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için 1975 yılında Türkiye’de “Kadın Yılı Kongresi” yapıldı.

Netice olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.

Mitolojide:

Yaradılışı anlatan kutsal kabul edilen yapıtlarda ve inançlarda, kadın erkekten sonra yaratılması nedeniyle, ‘kadının yaşam içinde var olması’, erkeğin ihtiyacı doğrultusunda ve erkeği izleyen bir konumda olduğunun işareti olan bir eylem olarak algılanmıştır. Halbuki Türklerin Yaratılış destanında, Tanrı’ya yaratma ilhamını veren ‘Ak Ana’, ışıktan bir kadın hayalidir. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, ortalığı karanlık bastığı zaman, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktır. Uygur Destanında Böğü Han, semavi bir ışıktan doğmuştur. Işık ise kadını betimlemektedir.

Türk kültüründe kadının toplumda etkin ve saygın olan yeri, sonradan doğu ve Arap kültürü sentezi ile giderek azalmış ve kadın toplumdaki konumunu kaybettirmiş ve kaybetmeye de devam ettirmektedir. Nasıl yaratılırsa yaratılsın, kadın, efsaneye göre, erkeğin yokluğuna ancak bir hafta dayanabildiği, duygulara, şiirlere, şarkılara ve yaşamı ilgilendiren her şeye konu olan gelecek nesilleri yetiştiren toplumu kurgulayan bir niteliğe sahip olduğu gerçektir. (Sevinç, N : Eski Türklerde Kadın ve Aile, İstanbul. 1987)

Günümüzde:

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı koşullara karşı kadınlar dünyanın her alanında varlık mücadelesi gösterirken, Covid-19 pandemisi ile kadınların günlük yaşamlarında olumsuz deneyimler giderek artmıştır. Ev içerisinde daha fazla kapalı kalması ile kadına yönelik artan fiziksel şiddet, duygusal örselenmelerden başlayan, ev dışında da kamusal ekonomi düzenlemelerinde erkek cinsiyetin kadına tercih edilerek kadın cinsiyetin haksız iş akitlerinin fesh edilmesine giden şekilleri en dramatik örnekleridir

Sözün özü:

Bizler Adli Tıp Uzmanları olarak hem eğitici rollerimizde öğreti olarak hem de sahada pratik uygulayıcılar olarak, fiziksel/cinsel/duygusal/ekonomik veya toplumsal baskı(mobbing) adı altında uygulanan bir şiddet türü kapsamında, birinci sırada raporlanan mağdur grubu olarak kadınlarımızı görmek, muayene etmek ve çok acı ki otopsilerini yapmak istemiyoruz.

Kadına yönelik her türlü şiddetin belirgin derecede arttığı bu dönemde uluslararası mevzuat kapsamında bağlayıcılığı olan İstanbul Sözleşmesi ile ulusal 6284 sayılı kanunun ve bu iki metnin kayıtsız şartsız hayata geçirmek için anayasamızın 90. maddesinin tam ve etkin şekilde uygulanması gerekliliğinin bir kez daha vurgulanmasını oldukça önemli buluyorum.

İnsani şartlarda yaşamayı hak eden kadınlarımızın özgürlüğü ve eşitliği ile yaşama katılan lezzeti görmeyi öğrenen / öğreten, tüm insanlıkla barış, huzur ve sevgi içinde yaşayacağımız nice 8 Martlarımızı kutlamaya devam edelim…

‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz’ kutlu olsun.”

Habertrak/Özlem İnan