DOLAR 32,3673 % -0.37
EURO 34,7458 % -0.24
GRAM ALTIN 2.409,35 % -0,55
ÇEYREK A. 3.939,29 % -0,55
BITCOIN 57.352,48 -4.683
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava 13°

SADECE İÇİMİZDEKİ KARANLIKTAN

Son Güncelleme :

09 Ağustos 2023 - 10:59

SADECE İÇİMİZDEKİ KARANLIKTAN

“Kendi kişisel çabamızla çözmek, aydınlatmak zorunda kalmadığımız, bizden önce zaten bilinen şey bize ait değildir. Sadece içimizdeki karanlıktan çekip çıkardığımız, başkalarının bilmediği şey bizim eserimizdir.” Marcel Proust vurguladığı şey tam manasıyla kendi özümüz, yeteneğimiz, becerilerimiz değil de nedir?

 

İçimizdeki Karanlık bilgisi, düşüncesi yıllar önce haberdar olduğum uzayda bulanan ve korkunç büyük enerjilere sahip kara delik öğretilerine kadar uzandı. Işığın bile kaçamadığı kara delikler ve onlar hakkında gizemli bilgi ve düşünceler uzayın boşluğundaki sonsuz gibi uzanıp gidiyor.

 

İnsan da evrenin bir parçası olduğuna göre, belki de küçük bir kopyası, içimizdeki karanlıktan, ancak sanatçılar, bilim insanları, filozoflar tarafından çekip çıkarılan o muazzam enerjiler sayesinde yolumuzu; anlamlı, kavramları duyarlı ve eşsiz insan düşüncesinin dokunuşları içinde değerlendiriyoruz.

 

Popüler kültür alıp başını gitmiş gibi görünüyor. Sanki herkes kendi bireysel dünyasında uzayın derinliklerinde kaybolan yıldızlar, gezegenler gibi kaybolup gidiyor görünse de eninde sonunda; matematiksel, duygusal, toplumsal ve sosyal oluşumlar kendi çağrısını yapar ve merkezinde yine insanlar ve canlılar olur. Hiçbir haz kalıcı olmadığı için yaşanacaklar ve yaşananlar bizi ne kadar çok heyecanlandırıyor veya canımızı yakıyor olsa da sonlu olmaya, dönüşmeye mahkûmdurlar…

 

Öyleyse, niçin edebi tınıları, kara deliklerin içindeki o büyük enerjiye benzer kendi içimizin karanlığından daha hiç duyulmamış, görülmemiş sevgi ışınlarını, sözcüklerini çıkartıp dünyaya sunmayalım?

 

Sürekli kendini ifade etmek isteyen, dertlerini, isyanlarını veya övünmelerini duyurmak isteyenlerin durmak bilmeyen iştahlarında ve bir türlü tatmin olamayıp onca zahmetlerin, edinimlerin veya zenginliklerin sonunda saf huzuru bulamamaları belki de içlerindeki o derin karanlıktan çıkartıp ortaya koyacakları sanatsal bir şeyleri yoktur. Veya çok derinlerde, zahmet buyurup oralara ulaşmak için yol yürümek istemiyorlar…

 

Kendi izlerini fırçasıyla, kendi karanlığını düş gücüyle tuvale taşıyan sanatçıların en başında Salvador Dali geliyor. Meşhur o büyük söz gibi; “ Ya göründüğün, ya da olduğun gibi” Dali, ait olduğu yüksek karakterin fazlalıklarını veya noksanlarını hiçbir zaman saklamaya ihtiyaç duymayanlardan…

 

Neden mi? Tam da Proust’un söylediği şey; kendi içinden, içindeki karanlıktan çıkartıp ortaya koyduğu yüzlerce eser; kendi eserleridir…

 

Ya Salvador Dali’nin kendisi ve toplumun hakkındaki düşünceleri? Bir dahi ile deli arasındaki birisinin söyleyeceği, kim ne der düşüncelerinden arınmış bir son vuruş gibi seslenir;

 

“ Bir deliyle benim aramda tek bir fark var. Deli aklının yerinde olduğunu sanır. Bense deli olduğumu biliyorum.

 

Soytarı olan ben değilim, deliliğini gizlemek için ciddiyet oyunu oynayan şu aklın mantığın almayacağı ölçüde sinsi, bönlüğünden habersiz toplum…”

 

Bir yere kadar Dali de Proust’da haklı veya haksız sayıla bilinir. Bizim algılarımız, görgü ve bilgilerimiz bu tür düşünceleri süzecek hale gelmişse; onların eserleri, düşünceleri için ancak şöyle diyebiliriz;

 

“ Enerjiniz, görgü, bilgi, yoğurma, pişirme ve sunma biçimleriniz için: Teşekkürler…”

 

Kendi toplumumuzda bu tür cevherler; dehalık ile delilik arasındaki o ince çizgide; içlerindeki karanlıktan büyük eserler çıkartanlar vardır. İlk akla gelen ünlüler; Oktay Sinanoğlu, Aysel Gürel, Erkin Koray, Huysuz Virjin (Seyfi Dursunoğlu),Fikret Mualla, ilk akla gelenler ve zaman içinde her daim hatırlanıp eserleriyle yaşamın içinde gezinecek, insanlığa gülümseyeceklerdir…