DOLAR 32,1697 % 0.01
EURO 35,1799 % 0.16
GRAM ALTIN 2.471,36 % 0,14
ÇEYREK A. 4.040,68 % 0,14
BITCOIN 66.117,99 7.263
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava

YARDIMLAŞMA VAZİFESİNİN BURUK HALLERİ

Son Güncelleme :

15 Nisan 2020 - 12:20

Muratlı Caddesi’nde bulunan çok önemli bir kurumumuz var; Süleymanpaşa Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı. Salgının artmasıyla, yüzlerce, binlerce insanın işsiz kalmasıyla daha da büyük bir öneme sahip bu kurumumuz her sabah insan kuyrukları “Yardıma Muhtaç” insanların eğik başları, utangaç, mahcup görüntüleriyle gün yüzüne çıkıyor.

 

Yardıma ihtiyaç duyan insanların zor durumda olmasalar hiçbirinin o kuyrukta; utana-sıkıla beklemeyeceklerini göz göze gelince, başlarını öne eğmelerinden anlıyorum. Maske takarak, yüzlerindeki gerçeği maskeliyorlardı. Hâlbuki hiçbirisi hırsızlık yapmaya, utanmazlık, hilebazlık yapmaya gelmemiş. Ruhlarında istemek-muhtaçlık yeşermediği için, bu işin mahcubiyetini yaşıyorlar…

 

Yardımlaşmak böyle mi olur? Bir kurumun önünde, sokağa, caddeye, kaldırıma taşmış; boynu insanların mahcubiyetlerinin sergilenmesiyle mi yücelik, erdem ve insan bulunur? İnsanımızı; insanı kaybetme değil midir bu yardım çilesi? 21.yüzyıl teknolojinin zamanı değil midir? Bu insanları tespit etmek bu kadar zor mudur? Her yönüyle sınıfta kalan bir yönetim anlayışı, ne hazindir ki tükenmeye mahkûmdur; tüketerek…

 

Ankara’nın bu tür uygulamalardan haberi ne kadar vardır? Siyasi partilerin, Gençlik Kollarından, İl ve İlçe Merkez teşkilatlarına, şehrimizin Milletvekillerine kadar; bu tür ezik, ezici ve mahcubiyet içeren uygulamalardan haberleri var mıdır? Varsa ne gibi olumlu rapor hazırlayın, yeni yüzyılın gecikmiş insan ve hukuk tarafını yenebilme tedbirleri alıyorlar?

 

Bunca esnaf kapatılmak zorunda kaldı. Salgın nedeniyle. Yardım kuyruğunda geçimini seyyar satıcı olarak sağlayan birkaç kişiyi de gördüm; gözleriyle göz göze gelmemek için onlardan önce başımı öne eğdim. Adeta yürekleri ağlıyordu; muhtaçlığın gözü kör olsun, nefesiyle inler gibi, maskelerin ardına, maskesiz kalplerine sığınıyorlardı. Tıpkı; bizi ezen, daha büyümemiş, öğrenmemiş, tembellikten kurtulmamış, ayağa kaldırıp soru soran öğretmenin aşağılaması gibi;”Yer yarılsa da yerin içine saklansam!” bakışları, kuyruklardan edindiğim izlenimlerin bir bölümü…

 

Şair (Hölderlin) Hep içmişe bakmış, oraları özlemiştir. Altın Çağlar denen geçmişe; tiyatroların, kütüphanelerin, çarşıların, zanaat ve sanatın başköşeye oturtulduğu geçmişin özlemiyle yaşamış ve yazmıştır;

 

“Suçsuz da olsa, altın çağın tanrısı nicedir;

Vaktiyle çabasız ve daha büyükmüş senden,

Oysa ağzından hiç buyruk çıkmazmış

Ve hiçbir ölümlü adıyla anmazmış onu.

 

İn öyleyse! Ya da şükran sunmaktan UTANMA!”

 

KAHKAHALAR ARASINDA ODA TOPLANTISI

 

 

Ülkemiz, şehrimiz ve bütün dünya ayrı bir insanlık sınanmasından geçerken, covıd 19 canavarın kimin kapısını çalacağı belli olmaz, herkes kendi kaderiyle yüzleşiyor. Ekonomik, sosyal sıkıntıların her geçen gün farklı biçimlere bürünmesi, en ileride mücadele eden sağlık kuruluşlarımızın, sağlık personelinin verdiği büyük-yüce mücadele ve evinde bekleyen insanların sıkıntılı veya eğlenceli dramları…

 

Bir sel, bir deprem yaşanınca her şey olup bitince anlarsınız geride bıraktığı hasarları. Görünenden çok ötedir; yıkıp yıktıktan sonra geride kalanların öyküsü ayrı bir hüzünle örtülür.

 

Covıd 19 salgınının etkilemediği kimse yok. Halkın tabiriyle “tuzu kuru” olanların bekleme süresi daha eğlenceli geçiyor diye algılanabilinir. Düşüneceği “geçim” gaile-sıkıntı-kederi yoktur. Oysa küçük esnaftan büyüğüne kadar; binlerce, milyonlarca insanımız etkilenmiş, her gün kendi sıkıntısıyla yüzleşen, dükkânı, evi kira olan, yevmiye ile çalışanlar ayrı bir acı; katmerli kederler içindedirler.

 

Küçük esnafa gelince; berber, kuaför, lokantacı, köftecisine kadar büyük çoğunluğu işyerini kapatmak zorunda kaldı. Neredeyse üç haftadan beri hiçbir şey kazanamıyorlar. Evlerine hapsolmuş durumdalar. Ve bunların üye olduğu ODALAR, aidat almaktan öteye geçemeyen varlıklarını tam da şimdi zamanıdır diye hiçbir öncü faaliyette bulunmama gibi bir lüksün, gafletin içerisinde; yapmış oldukları toplantıyı bile kahkaha eşleğinde gerçekleştirmektedirler…

 

Odaların varlığı, var oluşu, esnafa güç verme, esnafın sorunlarını duyurma, çözmek adına teorik olarak çok önemli görünüyor olsa bile, ne hazindir ki, siyasallaşan, yozlaşan, koltuk şovmenliğine dönüşen bir hale geldiler…

 

Birkaç gün önce girmiş olduğum pasajın üçüncü katında her yer sakin, karanlık, ıssızken, bir yer kahkahalar eşliğinde şenliğin tadını çıkartıyordu. Burada küçük esnaflara ait bir odamız bulunuyordu. Güya, esnafın sorunlarını çözmek için yönetim bir araya gelmişler. Oda kapısı ardına kadar açık! İçeride en az on kişi var. Hiçbir önlem yok, salgın hastalık adına. Kahkahalara bakarsanız, küçük esnafın her türlü sorununu çözmüşler, onu kutluyorlar…

 

Sonradan düşündüm; kahkahalarda bir lüks yoktu. Gülsün, gülümsesin toplumumuz. Ama yeri geldiğinde, değerli bir espri, şakaya, mutlu bir ana. Her yan, ıssızlık, her yan “yas” kokarken, bu insanlar niçin gülüyorlar? Gülme biçimlerinde, ses ritimlerinde değerli bir gülümsemeye dair bir şey de sezmedim; sıkışmış toplumun işe yaramayan yöneticilerinin aymaz gülümsemesinden başka…