DOLAR 32,2112 % 0.06
EURO 35,0427 % 0.06
GRAM ALTIN 2.514,71 % 0,17
ÇEYREK A. 4.111,56 % 0,17
BITCOIN 71.012,73 6.948
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava 12°

ÇOKLUĞUN PEŞİNDE KOŞANLAR

Son Güncelleme :

18 Ekim 2019 - 12:13

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Oku”]

 

Etrafıma bakarken, sıklıkla edebi dünyanın tarafsız seyirci vasfıyla baktığımın farkına vardım. Ne bir jandarma, ne bir savcı, ne bir patron; aklın gücünden başka hiçbir gücün öneminin olmadığının kıyıcığında dolaşan birisinin gözüyle…

 

Her alanda çokluğun peşinde koşanların, her daim ”çok” beklentilerini haddi hesabı yok… Eskiden beslediğimiz köpeğe çiğ yumurta, et yedirmemiz istenmezdi. Niçin? Sonra alışır, kendi beslediğiniz diğer hayvanları yer diye…

 

Ya şimdi? Hazıra, aceleciliğe ve çokluğa hazır insanların nesneler karşısına boğulma anlarının yaşadığı çıkmaza girmiş durumdayız. Evlerimiz eşyalarımızı almıyor. Eşya bolluğu yüzünden devlet, haciz işlemlerinde ev eşyalarına el sürmeme kararı aldı.Lüks olanlar hariç…

 

Çünkü yediemin depoları ağzına kadar dolup taşmış, eşyalar kokmuş, kokuşmuş, çürümüştüler…

 

Birçok tanıdığım var, yıllardır miras bekliyorlar. Bütün hayalleri, miraslarından gelecek paralar üzerine. Miras alan bir sürü insan tanıdık; yediler, içtiler bitirdiler; şimdi “daha yok mu?” diye bağırıp duruyorlar.

 

Birkaç günde bir kitap okuyan dostlarımız var. Her fırsatta gezen dolaşan dostlarımız da… Hepsinin hedefinde; çokluk; daha çok… Biraz geriye bakması, yaptıkları, yedikleri, içtikleri, okudukları, gördükleriyle ilgili bir şey sorsak; özümsenmemiş dalgın, bezgin ve silik anılarla bir şeyler geveleyip duruyorlar.

 

Anlaşılan şudur; daha çok, daha fazla açlığının getirisi hiç yoktur. Az olanla yetinip özümsenen yaşamlar; seyahatler, kitaplar, arkadaşlar, dostlar, komşular; acilen herkese gerekli olan zenginliklerdir.

 

Niceliği olan şeylerin faydası olsaydı krallar yok olmaz, yokluğun hazin öyküleri içinde yer almazlardı.”Bir kitap, iyi bir kitap ancak yavaş okunur.” Bir şey vardır. Yavaşlığın tarafı, bakmayı, görmeyi, dokunmayı, söz-fikir sahibi olmayı doğurur…

 

DOĞAL BİR FENOMEN

 

 

Meğer bilmediğimiz ne çok şey varmış! Bazı insanların; özellikle cellât ve ilim insanların haricinde çok az insanın bildiği özel, gizemli olaylar…

 

Bu işin bilimsel tarafı ortaya çıkmadan önce kim bilir neler üretildi bu konuda? Sabırsızlandığınızı biliyorum. Hangi konuda? Bir insanın idamı; yani asılma anında, çok hızla kırılan omuriliğin, insan bedeninde oluşturduğu fonemenden söz edeceğim.

 

Bilirsiniz; dizilerde, sinemalarda, basında rastlamışsınız; bazı ülkelerde insanlar birbirine kızınca, hakaret karşılığı olarak parmak işareti yapar. Cinsellik ve yaptırım içerir. Acı vermek ister karşıda ki insana…

 

Ya ölü bir bedenin yanında, çok yakınında ve sizin ellerinizle öldürülmüşse? Her şey bitti, bütün günahlar temizlendi derken; o kişinin tenasül organının dimdik hale gelişine ne dersiniz?

 

Muhtemelen birçok cellât, lanetlendiğini düşündü. Bir ölünün tenasül organının, her şeyin bittiği, salındığı bir anda, ortaya çıkıp karşınızda dikilmesi hiç de normal bir şey değil…

 

Bu olay,20.yüzyılın başında İrlanda edebiyatına yansımış; bir edebiyatçının yeteneklerinin, görgü ve bilgisinin ne kadar çok olursa, anlatacağı öykülerin de zenginliğinin o kadar geniş ve derin olacağı bellidir.

 

Bizim Joyce de öyle bir insan; yani zengin olanlardan! Tıp okumuş; mitolojinin en sapa yerlerinde dolaşmış, biyolojiden haberi var. Sanki hiçbir şeyi pas geçmemiş gibi…

 

Bu konuyu o aydınlatınca bende rahatladım en azından… Yoksa kim bilir neler uydurabilirdim! Yalan bir haber mi, yoksa evrensel veya tanrısal bir ceza mıdır, cellât veya cellâtlara?

 

Gelelim, ölen kişinin aletinin; af edersiniz, tenasül organının ölünce niçin dimdik olduğuna! Bu işin Latince anlatımı; carpora cavernosanın! Bu işi ortaya çıkartan bilim insanı da; Herr Profesör Luitpold. Joyce böyle bilgilendiriyor.

 

Gelim ölüm anına; idam sırasında; omurilik kopması, ani kırılma yaşanınca, bir uyarılma oluyor; yani yumuşak dokulara dolan kan sayesinde hızlı bir kabarma yaşıyor. Tenasül organı da bu trajik olay karşısında, dipdiri bir vaziyet alıyor. Sanki son bir istekte veya cellâda haddini bildirme dikilişi yapıyormuşçasına…

 

Bu görüngü(fenomen) karşısında; vay canına be! Dedim. Bilginin, öğretilerin sonu; ucu bucağı yok…