Yazı insanlarının sıklıkla yaptığı işi yapmanın heyecanı ile bir başka gülümseyen yüz; Akçeşmeli Veli’yi gazete köşeme taşıma onurunu yaşıyorum. Akçeşmeli Veli’yi nerede tanıdın derseniz,-Akçeşme Sabuncu Kıraathanesi diyeceğim.
Teknik ressamlar, mimarlar, mühendisler, filozoflar, arkeologlar yaptıkları işe, dört elle sarılmakla kalmazlar; yandan, üstten, birçok insanın göremeyeceği yerlerden de bakarlar. Akçeşmeli Veli’ye aynı gözlerle defalarca baktım. Gülümsemesi, her an gülme sevdalı olması tamamıyla karakterini gülme kaidesi üzerine oturtan genlerinden geldiğine karar verdim.
Siz değerli insanlar bilirsiniz ki; sürekli gülümseyen biri; ister kadın, ister erkek olsun bizim insanımız pek itibar etmez. Onu hafife alır. Yeri gelince ; “ Çok neşeli insan” dese de bu tür insanlar, hele kahkaha ile gülen kadınlara bazı çevreler tarafından neler dendiğini hepimiz biliyoruz. İşin garibi, insan denen canlı yaşama tutunmak ve yaşamda geçecek süresini biraz daha uzatmak ne büyük çabalar harcıyor ama nafile…
Gülmeyi unutan, sürekli somurtan, can sıkan, kısacası huysuz bir canlıya dönüşen birini, bırakın insanların sevmesini, diğer canlılarında sevmeyeceğini düşünmeden edemiyorum.
Tekirdağ sabahları, ufka doğru uzanacak bakışlarda, ışığın, gölgelerin bin bir çeşit oyunlarını seyretme imkânını bulabilirsiniz. Denizin rengi her an değişir. Deniz denen o gizemli sular, bazen mavinin her tonuyla sizi kuşatır, Akçeşmeli Veli gibi gülümserken, bazen de kurşuni rengiyle bir den Dante’nin İlahi Komedya eserindeki gezintiye çağırması mümkündür…
Böyle bir günün sabahında denizin mavi tonlarının cümbüşleri, yelken sporuna gönül vermiş gençlerle oynaşırken, dün akşam Sabuncu Kıraathanesi gecesinde, gördüğüm konuştuğum Veli’yi hatırladım. Sordum kendime:
—Tekirdağ’ın renkten renge giren günü ve deniziyle Veli’nin ortak noktaları nedir?-diye. Cevap çok basit ve anlaşılırdı:
—Yaşama, sımsıkı ve gönülden tutunmuş olmak. Yaşamın içinde pırıltıların da her daim olabileceğini aydınlık taraflarıyla anlatmalarıydı…
Son günlerde yaşanan ekonomik sıkıntılar saklanamayacak kadar ortada. Aslında siyasi açıdan da yaşanan belirsizlikler birçok insanı bilinmezliğe sürüklediği de bellidir. Fakat, herkes kendine bilgisi, görgüsü, gücü kuvveti dışında görev biçerse, tıpkı Orhan Kemal’in büyük eseri Bekçi Murtaza’nın durumuna düşmeyiz mi? Yaşam kıpırtıları yok olmuş, artık tek kurtarıcı, tek görevli bizmiş gibi sürekli bir taraflara hatırlatma, söylemler yaparak, kendi ruhsal kaderimizi de belirlemiş olmuyor muyuz?
Bana soracak olursanız insan denen mucizevî canlı; ne kadar yük taşıyacağını çok iyi bilmelidir. Kapasitesi, kültürel, ekonomik, sosyal, fiziksel durumu nedir? Ne derler uçakta bilgi veren hostesler:
—Uçakta oksijen-hava sorunu yaşandığı vakit, hemen üzerinizde bulunan maskeyi takınız. Yanınızda çocuğunuz varsa, ilk önce kendi maskenizi güzelce takıp, sonra yanınızdaki çocuğa yardım ediniz.
İnsan neşesini, pırıltısını, ruhsal enerjisini kaybederse; ne vatanına, ne şehrine, ne mahallesine ne de ailesine yardım edebilir; çünkü insan kendini kaybetmiştir…
Akçeşmeli Veli TIKIZ’a ve Tekirdağ gününe her daim düşen o güzel, değerli pırıltılara yaşamı seven, benimseyen, yaşadığı yerleri sadece otel kabul etmeyen herkes adına minnetle teşekkürü borç biliyorum…
Meşhur bir söz var ya; “Oynamaya gönlü olmayan, yerim dar” dermiş. Gülmek istemeyen için o kadar çok mazeret var ki anlatmakla bitmez; “Dişlerim sarı, dişlerim yok, moralim bozuk, şimdi gülme sırası mı?” Gülmeyi unutanların kendi kendilerine biçtikleri görev o kadar büyük ki, kendilerinin bile haberi yok…